Zaman, bir ''anı'' diğer ''an'' ile kıyasladığımızda ortaya çıkan kavram. Diyelim ki bu satırları okumadan önce e-postalarınızı okudunuz. İşte mail' lerinize baktığınız ''an'' ile ''şu an'' arasında bir süre olduğunu düşünür ve buna ''zaman'' dersiniz. Gerçekte ise, bilgisayar başında geçen ''an'' sizin hafızanızdaki bir bilgidir. Ve siz içinde bulunduğunuz ''şu an'' ile hafızanızdaki bilgi arasında bir kıyas yapar ve bunu ''zaman'' ile nitelendirirsiniz. Bu mukayeseyi yapmadığınız (veya yapamadığınız) takdirde zaman kavramı da kalmayacak, insan için sadece içinde bulunduğu ''an'' mevcut olacaktır. Zaman algısını elde ettiğimizde, hafızamızdaki bilgiler doğrultusunda bu zamanın uzunluğuna veya kısalığına karar veririz. Oysa bu ''uzunluk'' ve ''kısalık'' tamamen beyinde oluşan ve bu kıyastan kaynaklanan bir histir. Yani bizim ona yüklediğimiz anlamdan ibaret.
Ünlü fizikçi Julian Barbour, zaman için şu tarifi yapar: ''Zaman eşyaların pozisyonlarını değiştirme ölçüsünden başka bir şey değil. Bir sarkaç sallanır, saatin kolları ilerler.'' Barbour, zamanın mutlak olduğuna dair inancın batıl olduğunu belirtir. Ve günümüz fizik araştırmaları bu gerçeği açıkça göstermektedir. Zaman mutlak değil, meydana gelen olaylara göre farklı algılanan, göreceli bir kavram.
BURASI ZAMANIN NERESİNDE?
Zaman, beyinde anı olarak saklanan birtakım bilgiler, daha doğrusu görüntüler arasında kıyas yapılmasıyla var olmaktadır. Diyelim ki, tarihten günümüze gelen yazılı kayıtlar olmasaydı; toplumsal ve beşeri hafıza olmasaydı? Milyonlarca yıldır canlılığın var olduğuna ve aradan milyonlarca yıl geçmiş olduğunu varsayabilir miydik?
1936 yılında, ABD ' nin Teksas eyaletinde bir yerleşim merkezi Yeni Londra' da bir çift yürüyüş yaparken içinden odun parçası fırlamış bir taş buldular. Taşı evlerine götürüp kırdıklarında, içine ahşap ve demirden yapılmış bir çekiç yerleştirdiğini gördüler. İnsan yapımı olduğu açıkça belli olan antik çekici bir arkeoloji grubuna götürdüler. Yapılan incelemelerde 400 milyon yıl önceki Ordovisyen Devri' ne ait olduğu anlaşıldı. ''I. Zaman'' olarak ta bilinen Paleozoik zamanın ikinci alt bölümü olan bu dönem, kayaç sistemlerinin oluşmaya başladıkları jeolojik bir zaman dilimi. Bu dönemde, deniz canlıları ilk kez karaya çıkmaya başlamışlardı. Diğer bir değişle, ilk insansıların ataları olan primatlar henüz ortada yokken. Dolayısıyla ilk bulguların yanlış olduğunu düşünen araştırmacılar, antik çekici tüm bilimsel metotları kullanarak tekrar incelediler. Ama çok şaşırtıcı bir şey oldu: Bu kez yaşının 500 milyon olduğu görüldü. Uzmanlar, çekicin metal bölümünün %96,6 oranında metal içerdiğini ve bu saflık oranının teknolojinin yardımı olmadan elde edilemeyeceğini söylüyor.
Bildiğimizi varsaydığımız ve Tarihi kayıtlardan çok daha eski, diğer bir ifadeyle çok daha geçmiş zamana ait. Zamana ait kayıtların değişken olması ve artık beşeri hafızanın, ortalama 75 yıllık bir ömrü olduğunu düşünürsek, her önümüze gelen bilgi ile irkilmemiz bize 'zamanın neresinde' sorusunu bir kez daha sorgulatmaz mı?
Eğer Tarihin, uygarlıkların, toplumların ve insanın beşeri hafızası olmasaydı, sadece içinde bulunduğumuz anı yaşayacak, insan beyni bu tür yorumlar yapamayacak ve dolayısıyla zaman algısı oluşmayacaktı. Zamanın mutlak olmadığından, sadece algıyla var olduğundan yola çıkarsak, gerçekte zamanın akıp akmadığını, hatta akıyorsa da nasıl aktığını bilemeyiz.
BELLEK NE KADAR GÜVENİLİR?
Bellek güvenilir değildir. Belleğin sadık bir kaydedici olarak kabul edilemeyeceğini gösteren ilk kanıt, 1902'de Berlin' de gerçekleşen bir deney sırasında ortaya çıkmış. Üniversitedeki bir derste iki öğrenci şiddetli bir kavga etmiştir. Hatta biri işi diğerini silahla tehdit etmeye kadar götürür ve profesör araya girmek durumunda kalır. Aslında bir mizansen söz konusudur fakat öteki öğrencilerin haberi yoktur. Profesör, öğrencilerden olan bitenin yazılı raporunu ister. Raporları okuduğunda olgusal hata oranlarını %26 ve azami %80 olarak kaydetmiştir. Raporda, kavgaya tutuşan öğrencilerin konuşmaları ve yaptıkları hareketler atlanarak yazılmış. Öte yandan, hiçbir şey söylemeyen ve yapmayan öğrencilere de çeşitli davranışlar atfedilmiş. Bu deney hafızanın yanılabilir karakterini teyit eden bir dizi başka deneylerin önünü açmış. Çıkan sonuçlarda, belleğin bir olayın kaydedildiği anda sabitleşmediği, zaman geçtikçe yeniden düzenlendiği, zihnin bazı unsurları silip bazılarını değiştirdiği, hatta yenilerini eklediği keşfedilmiş. Olaylar, zihnimizde belirdikleri halleriyle dış gerçekliğe uymazlar, bir yeniden kurgulama söz konusudur. Yani, beyin tarafından yaratılan bir tertibat söz konusu.
SONSUZLUK KAÇ GÜN SÜRER?
Bir başka bakış açısıyla Demans ve Alzheimer hastalarının zaman konusundaki sıkıntılarını biliyorsunuzdur. Bunun yanı sıra, bazı savant sendromlu hastalar, günün hangi saati olduğunu, saate veya gökyüzüne bakmadan doğru olarak saati tahmin edebiliyorlar. Fakat, dün ile şimdi sorulduğunda aradaki farkın ne olduğunu söyleyemiyorlar. İç saat dediğimiz biyolojik saatinizi test etmişsinizdir mutlaka. Saati sabah 05 'e ayarlamışsınızdır ve alarm çalmadan uyandığınız anlar mutlaka olmuştur. Cerrahi hata sebebiyle hipokampusu zarar görmüş biri için, hayat ebedi bir şimdiki zaman. Beyinde oluşan bir 'karadelik', anıları, yaşam tecrübelerini ve kayıtları birbirlerinin üzerinde öğüttü bir karadelik. Karadelik demişken; bunlar Einstein' in denklemlerinin oluşturduğu manzaradaki tuhaf şeylerin belki de en ünlüsü. Karadelikler uzayın kendi üstüne kıvrıldığı yerler. Beyindeki bazı hasarların etkisi de aynı karadelik gibi işler. Hasar, zamanı büker, algı eşiği düşer sonra tüm hatıralar sonsuz bir hızla kendi üstüne kıvrılıp yok olur. Yaşadığı günler sonsuzlukla eşdeğere genişler. Gün yoktur, an sonsuzdur.
İmgelememiz ''zamanı'' ancak çizgisel tasavvur ettiğinde kavrayabilir. Aslında zamanın özü uzaydır. Önce, sonra, uzun, kısa bunların hepsi bir yarattığımız bir eksende mevcuttur. Zamana yön atfetmekten başka, hız ve esneklik de atfederiz. Zaman daralır, genişler; bütün bu yorumlarda iç çevrimlerimiz (biyolojik), iç dünyamız (psikolojik) etkilidir. Çocukların zamanı kavrama ve zamanı kullanma becerileri düşüktür. Bütün masallar, bütün çizgi filmler zamansızdır. Çocuk zamanı çok uzun algılar, yaşlılıkta da tekrar çocukluk seviyesine iner. Yaşlandıkça saatin çarkları daha düzensiz, daha yavaş döner. Biyolojik metronom yavaşladıkça, dış dünya hızlanmış gibi algılanmaya başlar. Yaşlanmak demek, zamanın çokça geçmesi, hafızada birçok anının birikmesi ve bu anılar arasında çokça kıyas yapmak demek. Yani kronolojik olarak ne kadar süre geçtiyse, kıyaslama ölçüleri de bir o kadar küçülecek ve çoğalacak demek. Oysa çocuklarda öyle mi? 6 yaşındaki çocuk için 1 yıl çok uzundur. Çünkü yaşamının 1/6 'i. 70 yaşındaki bir insan için 1/70'i. Hangi parça daha uzun...
Demek ki; nesnel yavaşlama öznel hızlanmaya neden oluyor. Hepimiz saat zamanını psikolojik süreçlere göre okuruz. Sevdiğimiz birinin gelmesi, sınav sonuçlarının açıklanması hep gecikir. Ameliyathane koridorlarında zaman hiç geçmez. . Hatta ''ömrümüzün ''yarısı gider. Ya da tatiliniz, sevdiğinizin yanında geçirilen zaman hep çabuk biter.
HANGİ ZAMAN(DA)?
Zamanın hızlı, yavaş, dar, geniş algılanması Albert Einstein' in dediği gibi göreceli ise eğer;
zamanın akışı belleğimizin, biyolojik ve psikolojik süreçlerin oyunu ise eğer;
biz hangi ''zamanda'' var olduk?
bu zaman dilimi de dilim olmaktan çıkıp sonsuzluğun içinde, sonsuz bir döngüyle içinde kendini tekrar ediyorsa ve böyle bir ''zaman'' dilimi zaten hiç yoktu ki diyebilir miyiz?
SON SÖZÜ EİNSTEİN' E BIRAKIYORUM:
''Bireyin yaşantısı bize olaylar dizisi içinde düzenlenmiş görünür. Bu diziden hatırladığımız olaylar 'daha önce' ve 'daha sonra' ölçüsüne göre sıralanmış gibidir. Yani birey için bir ''ben/zamanı'' ya da öznel zaman vardır. Bu zaman kendi içinde ölçülemez. Olaylarla sayılar arasında öyle bir ilgi kurabilirim ki, büyük bir sayı önceki bir olayla ilgili değil de, sonraki bir olayla ilgili olur.''
#BrainPsychology #beyin #zaman #algı #bellek #görece #einstein #imge
http://brainpsychology.blogspot.com.tr/

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder